Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 19,0165 | 19,0508 | |
EURO | 20,5019 | 20,5388 | |
Sivil Toplum Kurumları (STK) içinden çıktıkları toplumsal yapıdan ayrı ele alınamayacak kurumlardır. Toplumun ortak kültüründen beslenen STK’ların varlığı bizatihi onlara “sivillik”, “demokratlık” veya “ilericilik” vermez. İçinden çıktıkları toplumun yapısı neyse başta kendileri de ancak O’dur. Demokrasi kültürü ve katılımcılığın geliştiği toplumlarda bu kurumlar daha hızlı gelişir; aksi durumda sadece sınırlı sayıda katılıma sahip, kendi içinde durup dönen kurumlara evrilir; toplumsal yaşama da fazlaca katkıda bulunamaz.
Bu minvalden hareketle, işin sadece “demokrasi” veya “ilericilik” boyutuyla ilgilenen kimi görüş sahipleri tarafından pek dikkate alınmasa da hemşeri dernekleri STK’lar içinde toplumsal yaşamı etkilemede daha belirgin rol oynayabilirler.
Siyaset bilimciler ve toplumbilimciler arasında STK’ların gelişmesini engelleyen etkenler sayılırken hızlı nüfus artışı ve çarpık kentleşmenin yarattığı ortamda yerel sahiplenme kültürünün oluşumunun zorlaştığına dikkat çekilir. Hemşeri dernekleri tam da burada devreye girebilecek amaç ve söylemlerle kurulduklarında önemli bir misyon edinebilirler. Sadece sınırlı sayıda katılım ve devletten gelebilecek rant dağılımından daha fazla pay almaya odaklanmayan bir hemşeri derneği çok iyi bir STK olmayı başarabilir.
Malum, siyaset ve toplumbilimcilerin kahir ekseriyetine göre STK’lar devletle dört farklı ilişki içine girebilmektedirler. “Ya devlete eklemlenip rant dağılımından daha fazla pay alacaklar, ya devletle temas halindeyken ondan ayrı durmayı bilecekler, ya devlet karşında yer alıp ona cephe açacaklar ya da onu görmezden gelerek, ilişki içine girmeden yaşayacaklardır” (Tosun, 2001: 237).
Tüm STK’ları bir kenara bakıp sadece hemşeri derneklerine odaklandığımızda bu dört ilişki yapısından genelde birincisine ağırlık verildiğini gözlemlemek mümkün. Oysa “sivil” kurumun devletle çok iç içe veya tamamen karşısında olması amacın dışına çıkmasına ciddi bir etki edecektir.
Sivil olanın pek çok toplum ve siyaset bilimcinin de kabul ettiği üzere “devletle temas halindeyken ondan ayrı durmayı bilme” konumunda olması, ilişkilerine mesafe koyması esastır. Temsil ettiği kitlenin sorunlarına çözüm bulma ve demokratik katılımcılığı geliştirme noktasında bu duruşun önemi büyüktür.
Hemşeri dernekleri içinden çıkıp geldikleri bölge ve yaşadıkları kentin kültürü arasında sıkışıp kalmayı önleme, yeni kent yaşamına entegre olurken kendi öz değerlerini de kaybetmeme; onların “iyi” olanlarını da alıp kent yaşamları için yeni bir alan oluşturma, üyelerinin adil bir ortamda yaşamasına katkıda bulunma amacındadır.
Hemşeri derneklerinin en önemli misyonu “yerel/yöresel” olanı sahiplenme, öz kültürünü korumaya yönelikse -ki öyledir- STK’ların gelişmesinin önündeki engellerden biriyle baştan mücadele kararı almış demektir.
Bu anlayış sadece yönetim organlarını oluşturabilecek kadar üyeye sahip kimi zayıf kurumlar için pek mümkün olmasa da ŞANLIDER gibi yüzbinlerce hedef kitlesi olan ve direk etkileşimde bulunduğu binlerce üyesi bulunan bir kurum için çok da zor değildir.
Uzun bir müşavere sürecinin ardından kurulan ve temsil ettiği kitlenin sosyo-ekonomik yapısına dikkat eden bir temsil yapısını önemli ölçüde başaran ŞANLIDER, her fırsatta üzerine basa basa dile getirdiği “temsilde adalet” kavramını başta kendi içinde tam olarak hayata geçirdiğinde etkileşimde bulunduğu kitlenin sorunlarını çözme noktasında da önemli adımlar atabilecektir.