Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
Türkiye’de STK’ların az ve etkisiz olmasının nedenlerinin başında 12 Eylül darbe ortamının getirdiği baskıcı kamu sisteminin “sivil” olanı tehlike unsuru olarak görmesi, toplumda eğitim düzeyinin düşük olması ve en önemlisi ekonomik gelişmemişlik geliyor.
Sivil Toplum Kurumları (STK) resmi kurumların dışında gönüllülük esasına göre çalışan, politik, sosyal, kültürel, ekonomik, çevresel ve hukuksal amaçları doğrultusunda çalışmalar yapan, üyelerini gönüllülük esasıyla alan, kar amacı gütmeyen, gelirlerini bağışlarla karşılayan kurumlardır.
Modern demokratik ülkelerde büyük önemi olan STK’lar Türkiye’de yeni yeni öne çıkmaya başladı.
Her ne kadar mesleki odalar da “sivil” toplum kurumlarından gösterilse de bunlar, “mesleki üyelik zorunluluğu” nedeniyle yarı resmi sayılırlar. STK’lar içinde en “sivil” sayılanları şüphesiz ki derneklerdir.
Sivil toplum kurumları “resmi” ile “özel” arasında bir köprü görevini yerine getiren, “Özel”in kendi isteklerini “resmi” olana ulaştırması/kabul ettirmesi adına bir yerde baskı gücü olarak da işlev verdiği oluşumlardır.
Katılımcı demokratik yapı ve çoğulcu bir toplumun oluşmasına katkıda bulunan sivil toplum kuruluşları, modern toplumların en önemli siyasi baskı ve toplumsal değişim aktörü sayılırlar.
Türkiye’deki tarihin pek iç açıcı olmadığı, son 10 yılda STK sayısında yarı yarıya varan bir artış olduğundan anlaşılacaktır. Henüz ömrünün baharında STK’lar doğal olarak hala oturmuş bir toplumsal tabana ve siyaseten kabul görme konumunda değildir.
Her 40 kişiye bir derneğin düştüğü gelişmiş batı ülkelerine nazaran 800’den fazla kişiye bir derneğin düştüğü Türkiye 100 binin altındaki dernek sayısıyla Avrupa ülkeleri arasında bu konuda son sıralarda yer almaktadır. Yakın nüfusa sahip Almanya’da 2 milyon 100 bin, Fransa’da ise 1,5 milyon derneğin olduğu göz önüne aldığında alınması aradaki mesafenin ne denli uzun olduğu anlaşılacaktır.
Bu arada Batı’da derneklerin kamusal bütçeden geniş oranda pay alması, gelir sıkıntısı çekmeden faaliyet göstermesi toplumda büyük karşılıklar bulmasını da beraberinde getirmektedir. Almanya ve Fransa’da her 40 kişiye bir dernek düşerken Fransa’da nüfusun yüzde 40’ı en az bir dernek üyesi. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise her 15 kişiden biri mutlaka sivil toplum örgütlerinde aktif olarak çalışıyor.
Türkiye’de STK’ların bu denli az ve ilgisiz olmasının nedenlerinin başında 12 Eylül darbe ortamının getirdiği baskıcı kamu sisteminin “sivil” olanı dışlaması, suç ve tehlike unsuru olarak görmesi, toplumda eğitim düzeyinin düşük olması, ekonomik gelişmemişlik ve STK’ların kamudan gerekli desteği alamaması geliyor.
Batı’da tabiri yerindeyse bir kamu sektörü haline gelen sivil toplumculuk Türkiye’de hala inişli çıkışlı bir seyir izleyen, süreklilik arz etmeyen bir konumda. Batı’da kamu kaynaklarından önemli paylar alan sivil toplum kurumları Türkiye’de ise yurttaşların kendi imkanlarıyla finanse edilmesi, kendi aralarında ortak bir bağ oluşturamamaları, siyasal baskı korkusu nedeniyle etkili olamamakta ve gelişememekteler.
Bunun önüne geçilmesi için şüphesiz ki bireylerin bilinçli ve örgütlü bir toplum için teşvik edilmesi gerekiyor. Bunun için de öncelikle kaynak oluşturulması için kamudan yeterince pay ayrılması, dernek kurma ve üyeliğinin siyasal tehlike olabileceği yönlü düşüncelerin ortadan kaldırılması, “Bizim olan” ve “Bizden olmayan” ayrımından vazgeçilmesi yeni STK’ların kurulması ve geliştirilmesi için siyasi yapılara daha çok iş düşmektedir.